Kilise-Tabaklar, Antalya, 30 Ocak-3 Şubat 2019
Geziye Katılanlar: Eren KENAN, Bülent Efe Temür, Türker Türkyılmaz, Emre Can Güzel, Halil Habip Atıcı, Beliz Aydın, Seyyid Kerim Parlak, Özlem Kaya, İrem Kapucuoğlu, Bünyamin Dökmetaş, Recep Can Altınbağ, Muhammed Enes Avukat, Mahmut Ebrar Açık, Deniz Tekin, Göksu Kayacılar, Aleyna Cingöz, Ezgi Özgen, Mehmet Mert Doğu, Umut Akbaş, Cihan Yıldıray, Fadime Altınışık, Hasan Kahraman, Hüseyin Üstündağ
Aleyna: İlk defa iki günden daha uzun bir geziye gideceğimiz için çok heyecanlıydık. Bu heyecanımıza bir cevap olarak Antalya’da kışın bile güneşli olan hava tam geziyi yaparken hortum ve fırtınalarla sallanmaya başlamıştı. Tüm tereddütlere rağmen yaptığımız ufak bir kamuoyu araştırması sonucu gitmeye karar verdik.
Ben, Ezgi ve Kerim plana göre diğerlerinden ayrı olarak İzmir’de buluşup gidecektik. Babam Antalya’daki hava durumundan dolayı oldukça tedirgindi. Tam da bu olayın üzerine Ezgi servis beklerken oturduğu sandalyeden kayarak düştü (!OTURURKEN!).
Ezgi bir yerlerin kırmadan sağ salim otogara vardık. Otogarda Kerim ile buluşup otobüse bindik. Sabah saat 05.00 sularında Antalya otogarına indik ve vardığımız zaman ne yapacağımıza dar hiçbir plan yapmamış olduğumuz gerçeği yüzümüze çarptı. Hiçbir dükkan açılmadığı ve orada yaşayan arkadaşlarımızı aramak için çok erken bir saat olması nedeniyle uzun bir süre boş boş yürüdük. Yapacak bir şey bulamayıp kamp alanına giderek uyumaya karar verdik. Bu kararı verirken göz önünde bulundurmayı unuttuğumuz çok kritik bir problem vardı: Kerim’in çadırı yoktu ve sahip olduğumuz tek kapalı alan iki kişilik bagajsız bir çadırdı.
Ezgi: Kamp alanına vardığımızda çadırı kurarak içine sığmaya çalıştık ama sadece çalıştık. En son gözümü açtığımda yüzüm brandaya yapışık olduğu için birden gece oldu sandım. Ben ısrarla rahat br pozisyon ararken diğer arkadaşlarımız kamp alanına geldi. Recep: Otobüsten inip “Buradan geçemez bu otobüs” diyen şoförlere “Gider ya daha önce de 46’lık otobüs le geçtik” dedikten sonra kamp alanına yakın bir mesafeye kadar geldk. Kamp alanına koşup daha önceden gelenlerin çadırlarına koşarak onları kaldırmaya çalışıyordum lakin pek kalkacak gibi değillerdi. Malzemeler taşıyıp çadırları kurduk ve mağaraya giriş için hazırlanmaya başladık.
Ezgi: Döşeme ekibi hazırlanıp mağaraya girdi. Onlarla birlikte birkaç kişi de nöbet tutmak için mağara ağzına semaver alıp geldiler. Daha sonra ise mağaradaki ekibe bindirme yaparak döşeme devam ederken mağara girişe başladık. İnerken her şey güzel ve normaldi. Fakat çıkarken birden dertlerim dökmeye karar verdim. Sanırsam artık mağarada küçük bir ekosistem yarattım (Yanlış anlaşılmasın tuvaletimi yapmadım arkadaşlar).
Aleyna: Bütün gün uyuyarak geçirdiğim çadırdan çıkmaya karar verdiğim sıralarda hiç iş yapmadığımı fark etmiş olacaklar ki Özlem ve ben mağaranın ağzında nöbet tutmak için görevlendirdiler. Müthiş zekamla Özlem’i mağaraya doğru takip ederken yolu kaybettim ve 5 dk etrafa bakındım. Sonunda beklemem gereken yer buldum ve telsizin ne kadar mükemmel bir icat olduğunu farkettim. Kamptakilere mükemmel(?) şarkı koleksiyonumdan güzel parçalar çaldım (Kulaklarınız için üzgünüm). Nöbetin sonuna doğru mağaradan çıkan Recep ve şarkılarına maruz kaldığım için dönüp baktığımda kendi kulaklarıma da üzülüyorum. Nöbetim bittikten sonra şaşırtıcı bir şekilde kampa gelip uyudum.
Recep: Mağaradayken ışıklarımızı kapatıp inanılmaz detone bir şeklide bağırarak şarkı söylemenin inanılmaz motive ediciliğine şahit olduk.
Ezgi: Mağara ağzında nöbet beklerken hava çok güzeldi. Mağaradan çıkanlar için sıcak bir şeyler içsinler diye semaver yakmaya çalışıyorduk. Fakat ilerleyen saatlerde semaver yakamadığımız için mağaradan çıkanlar yardım etmeye başladı. Semaver yandığında çay partisi vererek kamp alanına gitmeyi unuttuk. Örneğin Recep mağaraya girmek için hazırlanması gerekirken ordan uzaklaşmamak için her türlü bahane uydurdu: geliyorum, gelmek üzereyim, yoldayım, benim hazırlanmam hızlı sürüyor zaten gibi.
Aleyna: 60 metreyi çıktığımda çok yorulmuştum. Sabah girerken göremediğim güneşe yorgunken selam vermek harika bir histi. Dışarı çıktığımda yorgunluğum ve ben bir kenara geçip oturmayı planlıyorduk ki semaver yakamadıklarını farkettim ve ben de bir tur şansımı denemek istedim. Keşke denemeseymişim. Bir dizi ekstrem çabanın ardından semaver sonunda yandı ama ben zaten Antalya güneşinin semaverle yarışabilecek güçte olduğunu farkettiğim için diğerleri semaverle uğraşırken matımın üstünde mutlu bir şeklide güneşleniyordum. Mağaradan çıktıktan yaklaşık 4 saat sonra 5 dk uzaklıktaki kampa gitmeyi başarabildim. Ve farkettim ki zaten bütün kamp mağara ağzında semaver eşliğinde oturuyormuş. Kampa geldikten sonra hayatımda bir değişiklik olması gerektiğini hssettim ve yine uyudum tşk.
Recep: Can sıkıntımıza bir çare olarak değişik fikirleri ortalıkta dolanmaktaydı. Pek başarılı olmayan irmik tatlısı denememden sonra yarı sökülmüş tentenin sahneyi andırması işte benim stilim parodsi çekmek için ortamı hazırlamıştı. Sanki günler öncesinden bu anı planlamış gibi herkes rollerine büründü ve kamp bir anda çekim setine dönüştü. Bir yanda pürmüz ile mikrofon yapıp röportaj verenler, bir yanda kamp sandalyelerine oturmuş juri olmaya hazırlananlar, bir yanda da tüm bunları kameraya çekmeye çalışanlar… Hatta tüple arkadan ateşli şov yapmayı deneyenler bile oldu ancak tüpün gaz kaçırması yüzünden bu gösteryi daha sonraya erteledik. Döşemealtının gençlerinden Kerim yoldan geçerken bir anda yarışmaya dahl oldu ve sokak stilini sergiledikten sonra juriden aldığı tepki yüzünden stüdyoda sinir krizi geçirdi. Daha sonra ise İrem’in oduncu stili juriden tematik ve biraz da tehditkar tepkisi aldı.
Ezg: Tabak mağarasına girmek üzere kamp alanını toparlayıp yola çıktık. Yaklaşık 45 dakikalık bir süre sonrasında mağaranın olduğu bölgeye geldik. Orada HÜMAK ile karşılaştık. En çok ses duyduğum mağara Tabaktı. Çünkü mağarada diğer ekiplerle karşılaşıp muhabbet edip birbirmize yön soruyorduk. Mağaranın bittiğini zannettiğimiz ve çıkmaya karar verdiğimiz zaman birdenbire yukardan devam ettiğini gördük. Mağaradan çıktığımızda ise Efe, Kerim, Fadime, Deniz, Umut, Beliz, Eren, Asan göle girdiler. Onların üşüdüklerini ve mağaradan çıktıklarını göz önünde bulunduran HÜMAK’lı arkadaşlar bizi ateş başına çağırdılar ve yemeklerini paylaştılar.
Aleyna: Mağara şimdiye kadar gördüğüm en darallı mağaraydı. Birbirine benzeyen hatta muhtemelen aynı olan yerlerde kendi etrafımızda birkaç tur döndükten sonra birden kendimzi girişte bulduk. Recep de herhangi bir tehlike görmediği için merkez bir kayanın üstüne oturup istediğimiz yere bakmamıza izin verdi. Mahmut solo takılmayı sevdiği için ilk on saniyede bir daralda gözden kayboldu. Biz hangi yöne gideceğimizi düşünürken girdiği delikten çıktı ve ‘’Burası çok güzel buraya bakın’’ dedi. Biz Cihan’la içerde oldukça uzun bir süre eğlendik. Çıkınca bir de ne görelim. Halil hiç kimseyi bulamadığı için paniklemiş bir halde dolaşıyordu. Sonradan anlaşıldı ki Recep’in söylediği şeyleri duymamış. Neyse ki bir sorun olmadan dışarı çıktık.
NOT: İçerde ilk defa mağara çekirgesi gördüm. Çok güzeldi.
Sizce gezi nasıldı?
Recep: Hoştu
Ezg: Güzeldi
Aleyna: İyiydi
Yazanlar: Aleyna Cingöz, Ezgi Özgen, Recep Can Altınbağ